8 Haziran 2023 Perşembe

Otel


 Gecenin bu karanlığında bu rüzgarın tadi hic bilmedigin bir dag esintisi gibi diyemiyecegim yagan kardan geliyordu gözlerimi saklayamadim bu sehirde aksam yagmur yagiyordu ciseleyerek gece kar yağıyordu bir seyler söylüyordu bu gece hava üsütüyordu beni gece diyordum belkide yoklugun esintisiydi Gece çalmıştı kalan son umut isiklarimizi Hic hissetmediğim kadar yalnizdim odamda resepsiyon dan gelen buz ve viski var zigondan bozulmuş sehbamda dilimi bilmeyen adamlar sardılar etrafimi anlattım.

 kendi dilimde sustuklarimi onların dilinde anlattım burada da alkisladilar takdir edip hayranlıkla baktılar ama burada da yanlız kaldım birşey unuttular 

     anlamayı ..

 Ve sonra derken

 Sabah olmadı yine gece öyle ağırdı ki sanki üstümde bir yük coktum olduğum yere fonda kısık sesle hasret rüzgarları çalıyor herşey o kadar sadeydi ki los olan Işığı bile göremiyorum. 

Esyalarimi kurcaladim merakla içinde birşey aradım cantalarin  

ne olduğunu bile bilmeden birşey sadece beni bir yere bir şeye bağlayacak herhangi birşey 

sadece ben vardım çantada bulamadım son yudumu da alıp bos duvara baktım zenci bir kadın silueti çarptı gözüme ne güzelsin dedim geceye herşey o kadar mükemmeldi ki sanki intihar etmiştim nefesimi duyamadim öldum sandım 

o kadar çaresiz ve kimsesizdim ki biri dokunsa hıçkıra hıçkıra aglardim

Son nebze dayandım kravatı gömleği çıkardım o elbiseler meğer ne kadar agirmis boynumdaki kolyeyi bile tasiyamadim

Çırılçıplak kaldım ama hala geçmedi cok agirim üstümde bir şey kalmadı memlekette acı var hepsi sanki üstümde kaldı saatler geçti dusta kaldım hayatımda hic yıkanmadigim kadar çok yikandim belki günler belki haftalarca sadece o anı... Vedalaşmistim herşeyle bos bir komidin üstünde bir jilet yaninda bir sigara vardı sigarayı almak için eğildim ama jilete uzandim bileklerim o kadar iştahlı ki içinde ne olduğunu merak eder gibi parçalamaya kararliydim belki bir saatten fazla o komidine baktım şiirler şarkılar hatta romanlar aktı gözümden saniyelerde

Son dem ;

Hırçın divaneliginde yalpalayan sandaldim karşımda okyanus tecavüz kahkahası ile baktı herkes yüzüme ilk defa utandım kirlenmistim ben de dünya oyununda para mi satın aldı beni şimdi nerde o Mahruki duygularim diye mirildandim kimi sevdim kimden kaçtım neden yaklaşmak isterken elimde kalan zerre olanı da kopartıp attim. İçim niye rahat değil neyin acısı bu her damlası neden agir olur kanın her hücresi neden sizlar ki insanin sakallari olan biri neden korkup saklanır ki duvar dibine bu kadar mı bu dünya fakat buradayım bende yaşıyorum diye haykirmak istedim defalarca 

sustum

Nasıl anlatacam nasıl bilecekler ki benimde burada olduğumu ölüme gitsem değerli görüp te bir yıldız parçası iner mi gökyüzünden bembeyaz bir bulut gormeyeli ne kadar da çok oldu peki yasamaya devam etsem anlar mi birisi küçük bir çocuk olduğumu kulağımı çekip bi daha yapma demek varken neden bırakıp gitmek isterki insan ?

31 Mayıs 2019 Cuma

Gümüşhane Millrtvekillerimizin Ramazan Bayramı Mesajı


Rahmet ve mağfiretiyle gönüllerimizi kuşatan; bolluk, bereket ve huzur dolu olan;
kul olmanın şuurunu ve ibadetin huzurunu bizlere bir kez daha yaşatan
Ramazan-ı Şerifi geride bırakmanın hüznü içindeyiz. Aynı zamanda üç ayları,
mübarek geceleri ve on bir ayın sultanını idrak ederek Ramazan Bayramı’na
ulaşmanın da sevincini ve huzurunu yaşıyoruz.

Bayramlar; zengin ve köklü değerlerimizin yaşatıldığı, kişiler arasındaki
kırgınlık ve küskünlüklerin giderildiği, mutlulukların paylaşıldığı,
birlik ve beraberliğin tesis edildiği, herkesin ortak duygularda birleştiği
ulvi ve müstesna günlerdir.

Ramazan Ayının ve bayramın önemini hatırlattığı bu güzel değerlerin;
bir arada yaşama şuurumuzu güçlendiren hasletlerin, sadece bugünler ile sınırlı kalmamasını, hayatın her alanında toplumumuzu kuşatmasını temenni ediyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle değerli hemşerilerimizin, milletimizin ve İslam Âleminin
Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyor; bu mübarek günün bütün hanelere, gönüllere,
İslam dünyasına ve insanlığa barış, huzur ve mutluluklar getirmesini diliyoruz.


KUDÜS’ÜN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN

31.05.2019 – Cuma
KUDÜS’ÜN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN
İsrail’in uluslararası sularda Gazze Özgürlük Filosu’na düzenlediği saldırının üzerinden 9 yıl geçti. 10 insani yardım gönüllüsünün şehit edildiği, onlarcasının yaralandığı, alıkonulduğu, işkence gördüğü ve mağdur edildiği Mavi Marmara saldırısının 9. yıl dönümündeyiz.

70 yıldır hakları, toprakları, vatanları, canları, malları ellerinden alınan Filistinliler, İsrail zulmü altında çok zor şartlarda yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyor. Yapılan bütün anlaşmalara rağmen, uluslararası alanda alınan bütün kararlara rağmen Filistin’e, Gazze’ye uygulanan abluka ve ambargo her geçen gün ağırlaşmaktadır.

Filistin, mücadelesi sürecinde her geçen gün Siyonist İsrail saldırılarıyla karşı karşıya kalıyor. Bölgede havadan ve karadan uygulanan ambargo artık denizden de dikenli tellerle uygulanıyor. Filistin, İsrail’in uyguladığı zalim baskı ve ablukayla adeta açık bir cezaevi durumuna getirildi. Tüm dünya İsrail katliamlarına gözünü yummuş durumda. Uluslararası hukuku çiğneyerek insanlık onurunu ayaklar altına alan İsrail’e karşı verilen mücadelemiz Kudüs özgür oluncaya kadar devam edecektir.

Hatırlatmak isteriz ki İsrail’in işlemiş olduğu suçlar Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin 22 Eylül 2010 tarihli raporunda İsrail’in Mavi Marmara saldırısı sırasında işlediği suçlar tasnif edilerek hukuki gerekçeleri ile yayınlanmış olup; bu rapor konseyin 17 Haziran 2011 tarihinde 36 devletin oyuyla kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler tarafından bu suçlarla ilgili İsrail’in yargılanması ve yaptırım uygulanması için gereğinin yapılması kararlaştırılmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konulan bu durumda Uluslararası Ceza Mahkemesi bu olaydan dolayı re’sen soruşturma açmalı ve İsrail’i yargılama süreci başlatmalıdır.

Bunun yanı sıra tüm ağır bedellere rağmen Filistinliler, davalarından asla vazgeçmiyorlar. Filistinliler haklarını savunmak için her Cuma günü barışçıl “Büyük Dönüş Yürüyüşü” düzenliyorlar. İşgalci İsrail ise bu eylemlerde ateş açıp masum insanları, çocukları ve yaşanan olayları dünyaya aktarmak isteyen basın mensuplarını herkesin gözü önünde şehit ediyor.

Filistin davamız insanlık mücadelesi olduğu kadar Kudüs’te çalınan hakların iadesi davasıdır. Nitekim ilk kıblemizin bulunduğu Kudüs ve Filistin, 1948 yılından beri hukuksuz olarak kurulan Siyonist İsrail işgali altındadır. Siyonist İsrail devleti ve ABD, Kudüs’ü hukuksuz bir şekilde tüm uluslararası anlaşmalara aykırı olarak başkent yapmak istemektedir. Kim hangi kararı alırsa alsın Kudüs İslamındır ve Kudüs bizimdir! Kudüs sahipsiz değildir. Kudüs, Mekke ve Medine'den sonra, bütün Müslümanların kutsal bildiği Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapmaktadır. Şimdi ilk kıblemize, Peygamber Efendimizin (SAS) Miraç’a yükseldiği o mübarek beldeye sahip çıkma zamanıdır. Bizler buradan Kudüs’ü asla yalnız bırakmayacağımızı herkese haykırıyoruz.

Bugün burada ve tüm Türkiye’de Kudüs dostlarıyla birlikte İsrail'in hukuksuz uygulamalarına karşı çıkıyoruz. Tüm Filistin ve Kudüs sevdalıları olarak bu davayı savunmaya devam edeceğiz. Türkiye’yi, uluslararası mekanizmaları ve herkesi harekete geçmeye ve İsrail’in attığı hukuksuz adımları ve işgali durdurmaya çağırıyoruz.

Son olarak herkese sesleniyoruz. Tüm dünyadaki Müslümanlar tepkisini açıkça göstermelidir. Bütün İslam ülkeleri ve Türkiye İsrail ile olan bütün anlaşmalarını iptal etmeli ve bütün ilişkilerini kesmelidir. İsrail, hukuksuz işgal hareketi ve katlettiği insanlar için uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır.

Bundan 9 yıl önce yola çıkan Mavi Marmara, İslam dünyasına ve ezilen tüm halklara umut olmuştur. İnsanlığın ortak vicdanı haline gelmiş olan bu umudu canlı tutmak hepimizin görevidir. Bu vesile ile Kudüs ve Filistin özgür oluncaya kadar mücadelemizi tüm gücümüzle sürdüreceğiz.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

4 Aralık 2018 Salı

BİR ÇABA

Yürümek 
   Yeryüzünde hiçbir şeyin yeri yok. Oradan oraya yürümelerim, gezinmeler, bir yerde ayakta dikilerek sonsuza kadar durma kalma, kendini sabitleme ve artık oraya ait olma, oranın olma, oranın ayrılmaz parçası olma denemelerimin hepsi boşa çıktı.
   Yürümek sanıldığı gibi bir hedefe ulaşmaya yaramıyor. Nitekim bunun için bir hedefinin olması, senin kendine bir hedef oluşturman ve artık orayı varılacak bir hedef haline getirmen değil, bu hedefin, hedef olarak adlandırılan yerin seni çağırması, istemesi, kendine çekmesi ve eğer ulaşılabilirse artık bir hedef olmaktan çıkması ve seni kendi parçası kılarak yerleşeceğin yer olması, yerin olması, senin yerinin orası olması gerekiyor.
   Fakat bütün yürümelerimin sonucu olarak ortaya çıktı ki, yürümeye başladığım nokta ya da yer bir anlam içeriyor değil. Değil mi ki bir adım geriden de başlanabilirdi ve orası bambaşka bir başlama noktası olurdu, bir adım ileriden de başlanabilirdi ve orası bambaşka bir başlama noktası olurdu. Ve yürürken her adımla geçilen yerler seninle kesinlikle ilgilenmiyor; sen de orasıyla, o yerle, her an değişen ve farklılaşan bu alanlarla, zeminle, toprakla, çamurla, taşlık ya da otlak olan, ilgilenmezsin çünkü bu yerde bulunma amacın orayı geçmektir, seni oraya dahil eden tek şey bu geçici geçme eylemidir, geçerek sürekli bir eylem içindesindir, bu eylem süreklilik içerir ama geçilen her bir yer için tamamen geçicisindir, geçerek gerçekten geçersin ve bu kadar; geçme eyleminin sürekli geçiciliği, seni geçtiğin herhangi bir yerle ilişkilenme konusunda tamamen engelleyen bir niteliğe sahiptir.
   Yürümenin her anında içinde bulunduğun yer yenileniyor, bir anlama gelmiyor çünkü sen orayı, o yeri, o küçük bulunma yerini, koyağı konaklamak için seçsen bile bu yeterli sonuca yol açmıyor, yani koyağı kolayca terk edebiliyorsun, kolaylıkla terk edilemez olmalı değil, kolaylıkla ya da zorlukla asla terk edilebilir olmamalı çünkü bu karar sana ait olmamalı, artık koyak seni kendine ait kılmalı, başka herhangi bir yerde bulunmak mümkün olmamalı ve bunu hissederdim, kendimi tam ve ait bilirdim, orası olduğunu eksikliğini hissettiğim yerin ve o yerin benim eksikliğimi hissettiğini elbette, koyak bensiz yeterince koyak olamamış olurdu, benim şu an eksik ve yetersiz ve boşuna ve ne yapacağını bilmezlik içinde oluşum gibi olurdu koyak, böyle olmasa ve ben tam o koyağın eksikliğini hissettiği varlık olsam ve onun serinletici varlığına katılsam koyak esneyerek beni bedenine alır, kendini açar ve bedenine yerleştirirdi, bensizliği mümkün bulmazdı, böylece tam bir tamamlanış gerçekleşirdi ve bu konu hakkında konuşulamazdı; tam şeyler hakkında konuşmak esasen mümkün değildir, konuşma bir tamamlama çabasıdır, çabanın kendisidir, yürümek çabasının kendine yer bulmak çabası olması gibi böyledir, yeryüzünde her şey tam ve yerinde olsa etrafındaki her şeyle tam ve sonsuz bir uyum ve aitlik içinde olsa ve tek bir adım bile atılmasına ihtiyaç kalmazdı, düşünülmez olurdu fakat düşünülüyor çünkü yeryüzünde hiçbir şey tam ve tamam değil, yerinde değil olanları yürümekte bulunmalarından, bu hallerinden anlayabiliriz, tam da bu yüzden zaten sürüyor; yürümek.
<head><script async src="//pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js"></script>
<script>
     (adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({
          google_ad_client: "ca-pub-7241934463311176",
          enable_page_level_ads: true
     });
</script><head>

15 Eylül 2018 Cumartesi

ANLAR

Sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
Neşeli olurdum, geçmişte olmadığım kadar,
ve elbette çok daha coşkulu olurdu sevdalarım,
içine de yeterince ciddiyet katardım.
Bu denli temiz, titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
Hiç çekinmezdim daha fazla riske girmekten de...
Daha çok yolculuklara çıkar, gün doğumlarını kaçırmazdım asla;
hele dağlara tırmanmanın, ırmaklarda yüzmenin keyfini...
Hiç bilmediğim yerlere giderdim, gidebildiğimce.
Doyasıya dondurma yer, boşverirdim kuru nimetlere.
Öyle bir şansım olsaydı eğer, dertlerim de
yalnızca düşlerin değil, yaşamın gerçeğini taşırdı.
İşte onlardan biriydim ben ömrü boyunca hani, her saniyesini
verimli kılmaya çalışan insanlardan biri.
Ama aynı an’lara yeniden geri dönebilseydim eğer,
yalnızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim, mutlu an’ları…
Farkında değilseniz hâlâ, öğrenin artık:
Yaşam an’lardan oluşur, sadece anlardan, ŞİMDİ’yi yakalayın.
Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi
ve paraşütsüz yerinden kıpırdamayan bir insandım ben.
Ama yeni baştan yaşayabilseydim eğer,
yüksüz, iyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
İlkbahara yalınayak girer, sonbahara dek unuturdum ayakkabıyı.
Hiç bilinmeyen yolları keşfeder, tadına varırdım gün ışığının,
Çocuklarla daha çok oynardım, yeniden bir şansım olsaydı eğer.
Ama ne çare... İş işten geçmiş ne yazık ki!
Seksen beşindeyim artık ve biliyorum ki
Ölmekteyim.
<script async custom-element="amp-auto-ads"
        src="https://cdn.ampproject.org/v0/amp-auto-ads-0.1.js">
</script>

1 Eylül 2018 Cumartesi

Günümüz de yaşamak zor

Şu sıralar çoğumuzun kafası dopdolu. Kimsenin kimseye tahammülü kalmadı büyük kentlerde. İyilik, güzellik, vicdan beş para etmiyor artık. İnsanı fena fikirlere sevk ediyor insanlık. Kavukçu, "Artık ölsem, yaşamanın bir tadı kalmadı falan deriz ya, hepsi laf yiğit, boş laf. Ölümü bir gören yaşama deli gibi sarılır." der. Yaşamak, bütün bu olana rağmen çok güzel. Yaşamak varsa ümit vardır.

Üstü Kalsın

Cemil Kavukçu - Üstü Kalsın

Can Yayınları, s.67-69

OLASILIKLAR
   Bir sesle uyandım. Kapı zili miydi, telefonumun alarmı mıydı anlayamadım. Kıpırdamadan sessizliği dinledim, gittikçe derinleşeceğe benziyordu. Bu yaşımda bile karanlıktan ürktüğüm için yatak odasındaki pencerenin kalın perdesini çekmiyordum. Sokak lambasından vuran ışıkla içerisi hafif loş oluyordu. Zamanı kestiremedim. Kalkma saatimin gelmediği kesindi ve en çok da buna canım sıkılmıştı. Televizyonda film izlemiş, biraz kitap okumuş, "uykuluk" niyetine iki tekila yuvarlamış (işe yarıyordu, dozu ikiye çıkarınca daha da rahat etmiştim), uykuya geçiş öncesi o sancılı dönemi kısaltmak için elimden geleni yapmış, ikiye doğru da yatmıştım. Sol yanımdaki komodinin üzerindeki ceptelefonuma uzandım. Ekranın ışığı yanınca saate baktım, beşe on vardı. Zar zor uykuya geçtikten üç saat sonra beni ayaklandıran neydi? Anlaşılan tekilayı üçe çıkaracaktım gerekirse dörde. Uyumalıyım, yoksa bütün gün sersem tavuk gibi dolaşır, sataşacak adam ararım. Kötü bir rüya görüyor olmalıydım, tek karesini anımsamadığım bir kâbus; o yüzden uyanmıştım. Telefonu yerine bırakıp öbür yanıma döndüm.
   Zil çalınca zıpkın yemiş gibi doğruldum. Rüya değilmiş. Kalp atışlarım hızlanmıştı. kapısı normal zamanda bile çalınmayan benim gibi birine, sabahın bu saatinde gelen kimdi? Burnunun ucunu göremeyen bir sarhoş pusulasını şaşırıp kendi evi diye benim zilimi mi çalıyordu? Belki de zor durumda olan, karısının eve almadığı eski bir arkadaştı. Ama öyle bir arkadaşım da yoktu. Parmak uçlarıma basarak hole çıktım. Işığı açmadan, el yordamıyla duvarlara dokunarak kapıya yanaştım. Otomat yanmıyordu. Soluğumu tutarak gözleme deliğinden baktım. Dışarısı karanlıktı. Gelen her kimse aşağıda, apartmanın hiçbir zaman kapanmayan giriş kapısında olmalıydı. Yukarı kadar çıkmadığına göre o da emin değildi. Belki de yanlış zile basıyordu. Uzun bir yoldan gelmişti, uykusuzdu. Zil üçüncü kez çalınca aşağıdaki her kimse benim için geldiğine emin oldum. Duvardaki almaca uzanıp, "Kim o?" diye seslendim. Bir yanıt alamayınca, "Kimsin?" diye bağırdım bu kez. Evimin duvarlarında yankılandı sesim. Aşağıdakinin yanlışlık olduğunu söyleyip özür dile-mesini bekledim. Kaba biriydi. Hatasını anladığı halde bu saatte birini uykusundan ettiğini hiç önemsemiyordu. Pavyondan çıkmış, son meteliğine kadar soyulmuş, aklıyla birlikte adresini karıştırmış biri olabilirdi. Belki de yalnız değildi, o aşağıda beklerken öbürü de önceden bir üst kata çıkmış, merdiven boşluğunda dikiliyordu. O zaman kötü niyetliydiler. Almacı yerine koyup içeriden iki kere kilitlediğim kapıyı açtım. Anahtarın şakırtısı girişten bile duyulmuş olmalıydı. Hafifçe araladım kapıyı. Ürpertici bir sessizlik vardı. Bu apartmanda birine geldiyse, yanlış dairenin ziline bastığını sesimi duyunca fark etmiş olmalıydı Ardından aradığı dairenin ziline basacak, geldiğini haber verecek ve içeri girecek, o zaman da merdiven aydınlatıcısı lambalar yanacaktı. Hiçbiri olmadı. Yine parmak uçlarıma basarak mutfağa geçtim. Balkona çıkınca ürperdim. Üstelik yalınayaktım ve beton zeminin soğuğu dalga dalga bedenime yayılıyordu. Zilimi çalan, bana ve apartmanda başka birine gelmediğine göre bir süre sonra oradan ayrılacaktı. Sonuçta onu görecektim. Titremeye başladım, çok üşüyordum. Uzun süre soluğumu tutup beklememe karşın çıkan olmadı. Daha fazla dayanamayıp mutfağın ışığını açtım. Olan, uykuma olmuştu. Karar verdim, üç kat inip bakacaktım. Aşağıda kimse yoktu, biliyordum ama bundan emin olmalıydım. Ya biri varsa ve bana saldırırsa?
<amp-auto-ads type="adsense"
              data-ad-client="ca-pub-7241934463311176">
</amp-auto-ads>